19 Haziran 2012 Salı

Zahir * Paulo Coelho

     - İncinmiş onurumla daha fazla boğuşmuyorum, her köşede, her barda ve sinemada, her akşam yemeğinde Zahir'i artık aramıyorum, gazetelerde artık Zahir'i bulmaya çalışmıyorum. Tam tersi, var olduğu için memnunum; benim hiç bilmediğim bir şeyi, sevmeye yeteneğim olduğunu bana gösterdi ve bu beni onurlandırıyor. Zâhir'i kabulleniyorum ve onun bana kutsallığın ya da deliliğin - yolunu göstermesine izin vereceğim.


     - Son zamanlarda bir şey öğrendim: İyi şeyler olduğunda bizimle birlikte olanlar gerçek dostlarımız. Bizimle birlikte seviniyor ve kazandığımız zaferlerle mutlu oluyorlar. Yanlış dostlar sadece zor zamanlarda üzgün, destekleyici yüzleriyle ortaya çıkıyorlar, aslında bizim acılarımız onların mutsuz yaşamlarında bir anlamda teselli görevi görüyor.


     - Kaybedecek daha fazla bir şeyim kalmadığında, bana her şeyi verdiler. Ben olmayı bıraktığımda kendimi buldum. Rezil olduğumda ve hâlâ yürümeye devam ettiğimde kendi kaderimi seçmekte özgür olduğumu anladım. Belki de bende yanlış olan bir şey var, bilmiyorum. Bütün bildiğim, onsuz yaşayabildiğim halde, hâlâ onu yeniden görmek, birlikteyken hiç söylemediğim şeyleri söylemek istediğim: Seni kendimden bile daha çok seviyorum. Eğer bunu söyleyebilirsem o zaman kendimle barış içinde yaşamayı sürdürebilirim, çünkü bu aşk beni rehin aldı.


     - Kendimi ve birçok defa başıma gelenleri düşünüyorum. Bunlar, önünde sonunda istatistik. Yalnız değiliz.


  
    - Üstadın bir bufalosu vardı. Hayvanın boynuzları o kadar genişti ki, iki boynuzun arasına oturmayı becerebilse tahtta oturuyormuş gibi olacağını düşünürdü. Bir gün, hayvanın dalgın olduğu bir sırada boynuzların arasına tırmandı ve tam da düşündüğünü yaptı. Ancak bufalo hemen ayaklarını havaya kaldırdı ve adamı üstünden attı. Adamın karısı bunu gördüğünde ağlamaya başladı. "Ağlama" dedi üstat kendine gelir gelmez. "Acı çekmiş olabilirim ama aynı zamanda hayalimi gerçekleştirdim."


     
- Nasıl oluyor da iki yıl sonra bile hâlâ onu unutmayı beceremiyordum? Onu daha fazla düşünmeyi kaldıramazdım, tüm olasılıkları gözden geçiriyor ve çeşitli çözüm yolları arıyordum: durumu kabul etmeye karar vermek, kitap yazmak, yoga yapmak, hayır işleriyle uğraşmak, arkadaşlarımı görmek, yemeğe çıkmak, sinemaya (kitaplardan uyarlananlara değil tabii, daima özellikle beyazperde için yazılan filmleri seçerek), tiyatroya, baleye, futbol maçlarına gitmek gibi. Zahir daima kazandı, o daima oradaydı ve "Keşke o da benimle burada olsaydı," diye düşünmeme neden oluyordu.


     - Kimse kendisine şunu sormaz: Ben neden mutsuzum? Soru kendi içinde her şeyi mahvedebilecek virüsü taşır. Eğer bu soruyu sorarsak, bu bizi neyin mutlu ettiğini bulmak istediğimiz anlamına gelir. Eğer bizi mutlu edecek olan şu anda sahip olduğumuzdan farklıysa o zaman ya bir kerede veya tümüyle değiştirmeli ya da kendimizi çok daha mutsuz hissederek olduğumuz gibi kalmaya devam etmeliyiz.

     - Bir şeyin ne zaman sona erdiğini bilmek daima önemlidir. Dairelerin kapanması, kapıların kapanması, kitapların biten bölümleri, adını ne koyarsak koyalım; önemli olan yaşamımızda olup bitenleri geçmişte bırakmak. Yavaş yavaş geri dönemeyeceğimi ve bazı şeyleri eskiden nasılsa öyle yapmak için zorlayamayacağımı anlamaya başladım: Bu iki yıl ve ondan sonra sonsuz bir cehennem azabı gibi geçen bunca zaman şimdi bana gerçek anlamını gösteriyordu.


     - "Seninle gurur duyuyorum. Ben asla böyle bir şey yapmazdım." "Yakın zamana kadar ben de yapamazdım; çok çocukça, sorumsuzca, gereksiz, amaçsız bir şey gibi görünüyor. Fakat ben yeniden doğuyorum ve yeni riskler almaya ihtiyacım var."


     - Haklısın. Sana bakıyorum, baktığım kişinin sen olduğunu düşünerek, ama aslında kendime bakıyorum. Bu gece tüm gücüm ve inancımla dua edeceğim ve kalan günlerimi bu şekilde geçirmeme izin vermemesi için Tanrı'ya yalvaracağım."


     - Zahir her şeye aşırı bağlanmaktı ve kuşaktan kuşağa geçiyordu; ardında yanıtlanmamış hiçbir soru bırakmıyordu, bütün boşlukları dolduruyordu; bazı şeylerin değişebileceği olasılığını aklımızdan bile geçirmemize asla izin vermiyordu.


     
- Her gün acı çekiyorum, bunu biliyor muydun? Aylardır acı çekiyorum, seni ne kadar çok sevdiğimi sana gösterebilmek için, sen yanımda olduğunda bir şeylerin önemi olduğunu sana anlatabilmek için. Fakat şimdi, acı çeksem de çekmesem de, tamamsa tamamdır diyorum. Bitti. Yoruldum. Zagreb'deki o geceden sonra gardımı indirdim ve kendime şöyle dedim: "Eğer darbe geliyorsa, gelir. Beni yere serebilir, devirebilir ama bir gün yeniden ayağa kalkacağım." "Başka birini bulacaksın.""Elbette bulacağım: Gencim, güzelim, akıllıyım, çekiciyim, ama seninle yaşadıklarımı yeniden yaşayacak mıyım?" "Farklı duygular yaşayacaksın ve biliyorsun, sen inanmasan da seninle birlikteyken seni sevdim." "Sevdiğine eminim, fakat bu durumu daha az acı verici hâle getirmiyor. Yarın ayrı taksilerle gideceğiz. Vedalaşmaktan nefret ederim, özellikle havaalanlarında ya da tren istasyonlarında."


     - Hastanede, aşk benimle konuşmuş ve "Ben her şeyim ve aynı zamanda hiçbir şeyim. Ben rüzgârım ve kapalı pencerelerden ve kapılardan içeri giremem," demişti.Ve ben de aşka: "Ama ben sana açığım," dedim. Ve aşk bana dedi ki: "Rüzgâr havadan yapılmıştır. Evinin içinde hava var ama her yer kapalı. Mobilyalar tozla kaplanacak, rutubet resimleri bozacak ve duvarları lekeleyecek. Sen nefes almayı sürdüreceksin, benim küçük bir parçamı tanıyacaksın, ama ben bir parça değilim, ben Her şeyim, ve sen bunu asla bilemeyeceksin."


     - Sevdiğim kadını sonsuza dek kaybetmiş olabileceğimi bildiğim halde Tanrı'nın bugün bana sunduğu bütün lütufların tadını çıkarmayı denemeliyim. Lütuf biriktirilmez. Onları yatırabileceğim ve kendini daima huzurlu hissettiğim zamana kadar bekletebileceğim bir banka yoktur. Bu kutsamaları sonuna kadar kullanmazsam onları sonsuza dek kaybedeceğim. Hepimizin yaşamın sanatçıları olduğumuzu Tanrı biliyor. Bir gün, heykeller yapmak için elimize bir çekiç veriyor, başka bir gün bir resim yapmak için boyalar ve fırçalar ya da yazmamız için kâğıt ve kalem veriyor. Fakat bir çekiçle resim yapamazsınız ya da bir fırçayla heykel. O yüzden ne kadar zor olursa olsun, acı çektiğim için bana lanetleme gibi gelseler bile, bugünkü küçük nimetleri kabul etmeliyim, ve bugün güzel bir gün, güneş parlıyor ve çocuklar caddede şarkı söylüyorlar. Acımı geride bırakmayı başarmak ve yaşamımı yeniden kurmak için tek yol bu.


     - Nasıl daha önce sevdiklerim beni terk ettiğinde acı çektiysem şimdi de aynısını yapmak daha iyi olacaktı. Geçmişte nasıl yaralarımı sardıysam yine aynısını yapmalıydım. Bir süre saplantılı biçimde onu düşüneceğim, hayata küseceğim. Olan biteni doğrulamaya çalışıp onunla geçirdiğim günlerin gecelerin her anını yeniden düşüneceğim; sonunda ben ona karşı ne kadar iyi olmaya çalıştıysam onun bana hep sert davrandığı sonucuna varacağım. Gündüz ve gece, gece ve gündüz acı çekeceğim. Bu durum haftalar, aylar belki bir yıl ya da daha fazla sürebilir. Ta ki bir sabah, uyandığımda başka bir şey düşündüğümü fark edinceye kadar; işte o zaman kötü günlerin geçtiğini bileceğim. Kalbim yaralanmış olacak, ama iyileşecek ve yaşamın güzelliğini bir kez daha görmeye başlayacak. Bu daha önce de oldu, tekrar olacak. Eminim. Birisi gittiğinde, gider; çünkü bir diğeri gelmek üzeredir. Aşkı yeniden bulacağım.



     - Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle çok önemlidir. Onları serbest bırakmak. Gevşek olanı kesmek. İnsanların hiç kimsenin işaretli kâğıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. Daireyi tamamla. Gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için. Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kişi olmayı bırak ve şu anda kimsen o ol.



     - 
"Marie, farz et ki, iki itfaiyeci küçük bir yangını söndürmek üzere ormana girdiler. Sonra işlerini bitirip bir nehir kenarına vardıklarında birinin yüzü tümüyle siyaha bulanmışken diğerinin yüzü tertemizdir.Sorum şu: Bu ikisinden hangisi yüzünü yıkayacaktır sence?" "Aptalca bir soru bu. Elbette yüzü kirli olan." "Hayır, yüzü kirli olan diğerine bakacak ve kendi yüzünün de onunki gibi olduğunu sanacak. Ve tersine yüzü temiz olan da yüzü kir içinde olan meslektaşını görüp kendi kendine: Ben de kirlenmiş olmalıyım. En iyisi yıkanayım, diyecektir." "Ne anlatmaya çalışıyorsun?" 'Demek istiyorum ki, hastanede geçildiğim süre içinde, sevdiğim kadınlarda hep kendimi aradığımı anladım. Onların sevgi dolu, tertemiz yüzlerine bakıyor ve o yüzlerde kendi yüzümün yansımasını görüyordum. Onlar, diğer yandan bana bakıyorlar ve yüzümdeki kiri görüyorlardı; ne kadar akıllı ya da ne kadar özgüvenli olurlarsa olsunlar, kendi yansımalarını bende görmeyi bırakıp olduklarından çok daha kötü olduklarını düşündüler. Lütfen, bunun sana olmasına izin verme."Aslında şunu da eklemek istedim: Esther'e de böyle oldu ve ben şimdi bunu fark ediyorum, bakışlarının nasıl değiştiğini şimdi hatırlıyorum. Ben daima onun yaşamını ve enerjisini sömürdüm ve bu bana mutluluk ve güven verdi, daha ileriye bunun sayesinde gidebildim. O ise, bana baktı ve çirkin olduğunu düşündü, eksilmişti, çünkü yıllar geçtikçe benim mesleğim onun gerçeğe dönüşmesini sağlamak için çok uğraştığı mesleğim ilişkimizi ikinci plana itti. Eğer onu yeniden görebilirsem benim yüzüm de en az onunki kadar temiz olmalı. Onu bulmadan önce, kendimi bulmalıyım.

        - Bana neden bütün bölgelerde, dünyanın her yerinde, en ilkel dinlerde ve kültürlerde bile seksin yasaklanması gereken bir şey olarak kabul edildiğini söyleyebilir misin? "Neden seks yasak olması gerekli bir şey?" Yiyecek yüzünden. "Yiyecek mi?" Binlerce yıl önce kabileler, sürekli bir yerden bir yere dolaşıyorlardı; erkekler istedikleri kadar kadınla birlikte olabiliyor ve elbette onlardan çocuk sahibi oluyorlardı. Bununla birlikte kabile ne kadar büyük olursa, yok olma şansları da o kadar fazla oluyordu. Yiyecek için savaşan kabileler ilk önce çocukları, sonra da kadınları öldürüyorlardı, çünkü onlar en zayıf olanlardı. Sadece güçlü olanlar yaşamayı sürdürebiliyordu, fakat onların da hepsi erkekti. Ve kadınlar olmadan, erkekler türlerini sürdüremezlerdi.Sonra birisi, komşu kabilelerden birinde neler olduğunu gördü, kendi kabilesinde aynı şeyin olmasını engellemeye karar verdi. Tanrıların erkeklerin kabiledeki kadınlarla gelişigüzel ilişkide bulunmasını yasakladığına dair bir hikâye uydurdu. Bir ya da en fazla iki kadınla birlikte olabileceklerdi. Bazı erkekler iktidarsızdı, bazı kadınlar da dölsüzdü, kabilenin bazı üyeleri tamamen doğal nedenlerle bu yüzden hiç çocuk sahibi olamadılar, fakat kimsenin eşini değiştirmesine izin verilmedi. Hepsi bu hikâyeye inandı, çünkü bunu onlara anlatan kişi tanrının adına konuşuyordu. Bir biçimde farklı olmalıydı: belki bir şekil bozukluğu, çırpınmalara neden olan bir hastalık ya da özel bazı doğa vergileri, onu diğerlerinden ayıran ne olursa olsun, herhangi bir şey; çünkü toplumlarda ilk liderler bu şekilde ortaya çıkmıştır. Birkaç yıl içinde, kabile giderek güçlendi, sadece gerekli sayıda erkek, herkesin yiyeceğini karşılamak zorundaydı, çocuk doğurabilen yeterli sayıda kadın ve avcıların ve üretici kadınların yerini alacak yeterli sayıda çocuk vardı. Evlilikte kadına en fazla keyif veren şeyin ne olduğunu biliyor musun? "Seks." Hayır, yemek yapmak. Yemek yiyen erkeğini seyretmek. Bu bir kadının zafer anıdır, çünkü bütün gününü akşam yemeğini düşünerek geçirmiştir. Ve bunun nedeni geçmişteki bu hikâyede saklı olmalı açlıkta, neslin tükenme tehlikesinde ve hayatta kalma çabalarında.


       - Yol gösterici ya da pes etme noktası: Yaşamımızda daima gelişmemizi engellemekten sorumlu olan bir olay vardır: Bir travma, acı bir yenilgi, aşkta hayal kırıklığı, hatta pek anlayamadığımız bir zafer bizi korkutabilir ve bir adım daha atmamızı engelleyebilir. Onun gizli güçlerini artırma sürecinin bir parçası olarak, öncelikle kendisini bu pes etme noktasından kurtarmalıdır ve bunu yapmak için de tüm yaşamını gözden geçirip, bu durumun tam ne zaman ortaya çıktığını bulmalıdır.


       - Öğrendim ki tren raylarının birbirinden uzaklığı daima 143.5 santimetre ya da 4 fit ve 8.5 inç olurmuş. Neden böylesine saçma bir ölçü? İlk tren vagonlarını yaptıklarında insanlar at arabalarını yaparken kullandıkları aletleri kullanıyorlarmış. Peki vagonların tekerlekleri arasında neden bu kadar uzaklık var? Çünkü arabaların geçtiği eski yolların genişliği bu kadarmış. Ve neden? Çünkü onların savaş arabaları iki atla çekiliyormuş ve atlar yan yana durduğunda, genişlikleri 143.5 santimetreymiş. Böylece benim bugün gördüğüm, her biri birer sanat eseri olan hızlı trenlerimizin kullandığı rayların arasındaki uzaklık Romalılar tarafından belirlenmiş. İnsanlar Amerika Birleşik Devletleri'ne gittiğinde ve orada tren yolları inşa etmeye başladıklarında bu genişliği değiştirmeye gerek duymamışlar ve o şekilde kalmış. Bu uzay mekiklerinin yapımını bile etkilemiş. Amerikalı mühendisler yakıt tanklarının daha geniş olması gerektiğini düşünmüşler, fakat tanklar Utah'da imal ediliyor ve oradan Florida'daki uzay merkezine trenle nakledilmeleri gerekiyormuş ve trenlerin bu yolda geçecekleri tünellerden, daha geniş hiçbir şey geçemiyormuş. Ve böylelikle onlar da Romalıların ideal olduğuna karar verdiği bu ölçüyü kabul etmek zorunda kalmışlar. Peki bütün bunların evlilikle ne ilgisi var diyeceksiniz? Evlilikle ve biraz önce duyduğunuz iki hikâyeyle doğrudan ilgili anlattıklarım. Tarihte belli bir noktada birisi dönüyor ve diyor ki: "İki insan evlendiğinde hayatlarının geri kalanı boyunca, donmuş gibi bir arada kalmalılar." Aynı iki ray gibi yan yana uzayıp gideceksin, daima aranda aynı uzaklığı bırakarak. Hatta zaman zaman biriniz biraz daha uzağa gitmeyi ya da biraz daha yaklaşmayı istese bile, bu kurallara aykırı. Kurallar diyor ki: 'Mantıklı ol, geleceği düşün, çocuklarını düşün. Değişemezsin, hareket noktasından varacağın yere kadar, birbirleriyle aralarında aynı uzaklığı koruyan iki tren rayı gibi olmak zorundasın.' Kurallar aşkın değişmesine izin vermezler ya da önceleri büyüyüp sonra yarı yolda azalmasına da bu çok tehlikelidir. Ve böylece ilk birkaç yılın hevesinden sonra çiftler aynı uzaklığı, aynı sağlamlığı, aynı işlevsel doğallığı sürdürürler. Senin amacın türlerin devamını sağlayıp onları geleceğe taşımaktır: Çocuklarınız yalnızca siz nasılsanız öyle kaldığınızda mutlu olacaklar 143.5 cm uzaklıkta. Asla değişmeyen bazı şeyler yüzünden mutsuzsan, onları düşün, dünyaya getirdiğin çocukları düşün. Komşularını düşün. Onlara mutlu olduğunu göster, Pazar günleri kızarmış biftek ye, televizyon seyret, topluma hizmet et. Toplumu düşün: Herkesin tam uyum içinde olduğunu düşüneceği şekilde giyin. Etrafına asla bakma, birisi seni izliyor olabilir ve bu da onu ayartabilir, o zaman bu boşanmak, kriz, depresyon demektir. Bütün fotoğraflarda gülümse. Fotoğrafları salona koy, böylece herkes onları görebilir. Çimleri kes, bir sporla uğraş ah, evet, uzun bir zaman hareketsiz kalacağın için mutlaka spor yapmalısın. Spor yeterli olmazsa estetik cerrahi yaptırırsın. Geçmişte kurulu bir düzenin üzerinde adımlar atmak, kuralları olan bir oyunun üzerinde ilerlemek ya da gerilemek, kaybetmek ya da kazanmak gibi değil mi? Kısaca bir oyun üzerinde piyon olmak...Geçmişte bu gibi kurallar Yeni Rönesans döneminde reddedilmek istenmiştir. Peki Yeni Rönesans da ne demek? Yeni Rönesans; Erasmus, Leonardo ve Miehelangelo gibi dâhilerin mevcut sınırlamaları ve kendi zamanlarının ezici geleneklerini reddedip eskiye dönmeyi istedikleri 15. ve 16. yüzyıllardaki İtalyan Rönesansı'na benziyor. Sihirli bir dile, simyaya ve Ana Tanrıça düşüncesine, özgürlüklerini geri isteyen insanların, devletin ya da Kilise'nin onlardan istediğini değil, kendi inandıklarını yapmaya dönüşünü görmeye başlıyoruz. On beşinci ve on altıncı yüzyıl Floransa'sında olduğu gibi gelecek için gerekli olan yanıtların geçmişte saklı olduğunu keşfediyoruz.


       - Yalnızca gelişmen gerekenin en fazla yarısı kadar gelişebilirsin ve elbette istediğin kadar değil. Belirli bir noktada yaşamın ters dönmeye başlar, yarı yolu geçmiş olursun ama tümünü değil, yarı mutlu ve yarı kederli hissedersin, ne hüsrana uğrarsın ne de tamanlamıyla başarılı olursun. Ne üşürsün ne de terlersin, ılıksındır ve bazı kutsal kitaplarda bir vaizin dediği gibi; "Ilık şeyler damak zevkini tatmin etmez."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder