16 Kasım 2017 Perşembe

Açlık Sanatçısı * Franz Kafka



"tek dileğim açlık gösterimi beğenmenizdir."
“zaten beğenmiyor muyuz!”
“ama beğenmemeniz daha doğru olurdu.”
“ne yapalım, biz de beğenmeyiz. iyi de, beğenmememizin nedeni ne olacak?”
“neden olacak, ben çaresiz aç kalmak zorundayım.”
“bak, bak! pekiyi de neden aç kalmak zorundasın?”
açlık sanatçısı küçücük kalmış kafasını kaldırıp dudaklarını birini öpecekmiş gibi büzdü. söyleyeceklerinin tamamının anlaşılmasını ister gibi, tam yöneticinin kulağına;
“çünkü,” dedi, “çünkü tadı hoşuma giden bir yemek yok. böyle bir yemek olsa, asla bu ünün peşinde koşmaz, sizin gibi, diğer insanlar gibi karnımı bir güzel doyururdum.” açlık sanatçısının son sözleri bunlar oldu.      (Açlık Sanatçısı)




Ne var ki, ırkımız sadece çocuksu olmakla kalmaz, aynı zamanda erken yaşlanmışlıkla da tanımlanabilir. Çocukluk ve yaşlılık kavramları, ırkımızda başkalarına benzemeyen anlamlar taşırlar. Gençlik nedir bilmeden yetişkinliğe adım atıyoruz. İşte bu nedenle, yeis dolu bir umutsuzluk ırkımızın çoğunlukla direngen ve umudunu yitirmeyen doğası içinde kalıcı bir yer ediyor.   (Şarkıcı Josephine ya da Fare Irkı)




Başka ne isterse kolayca kabul görecekken, bu isteğin gerçekleşmeyeceğini bile bile ısrar ediyor. Josephine'in daha ilk anda isteklerini değişik belirlemesi gerekirdi, şu anda yanlış yola saptığını o da fark etti ama geri adım atamıyor, çünkü en küçük geri adım kendi kendisine ihanet etmesi anlamına gelecektir; artık geri adım ile ölüm aynı anlamı taşımaktadır.     (Şarkıcı Josephine ya da Fare Irkı)

4 Kasım 2017 Cumartesi

Oyunlar İntiharlar Şarkılar * Murathan Mungan



Bir Kadeh Beyoğlu
...
dallarından korkan ağaç gibiyim
ve yitirdim bütün hatıra defterlerimi
sizi, sokakları, şirketleri ve çiçekleri yazdığım
onca insan yüzü vardı eskiden
şimdiyse kendini arayan soruların
acıklı vodviliyim
n’olur ağlamayın eski tabancalarıma
kazımayın adlarınızı bırakın unutulsun
ahşap sahnelerin ermeni tahtalarına
biliyorum, artık boya tutmaz saçlarımla
ben tepeden tırnağa bir 
tanzimat cinayetiyim.



Bir Kadın ve Bir Irmak İçin Şiirler

...
ve ardında bıraktığı yalnızca bir ırmağın ayak izleri


Kilit Taşı

...
yola çıkan mermi, kana karışan uyku
boşlukta atılan takla
ve işe yaramaz bir son dakika bilgisi:
kurtlar birbirinden ayrı yaşar.


Hey Joe!

...
sabahlarım çok yorgun artık, kalınlaşıyor günbatımlarım
hayatımdan yokluğa sızar gibi azalıyor
beklentilerim, sevinçlerim, tahammüllerim, korkularım
(ümitlerim; azalıyorum,
serinleşiyor sesim, bakışlarım koyulaşıyor,
ufaldı heyecanlarım, isteklerim kendini bile tutuşturmuyor,
bir tek alkole dayanıklılığım arttı, dalgın bir seyrekliğe benziyor
(sarhoşluğum
bazen denize ya da denizliğe benzetiyorum
kamaşan bir kimsesizlikle hayata küsüyor avuçlarım. kendim olmak için verdiğim onca yıldan sonra sıkıldım kendimden; eksildi uzayım; ne zamandır hep bir başkası olarak düşünüyorum kendimi hayal kurarken; artık başka bir fırsatın hayatını yaşamak istiyorum,
çık saklandığın yerden joe,
neredeysen çık, ölmek değilse bu, bak kayboluyorum! yoruldum seni beklerken vakit geçirdiğim dublörlerinden
sana yazdığım
hikayeyi yanlış okuyorlar her seferinde
ah şimdi joe burada olsaydı, diyorum. joe şimdi burada olacaktı ki diyorum.
bazen sarhoşken, kalabalığın içinde yüksek sesle söylüyorum adını, ya da birinin kollarındayken, bazen pencereyi açıp, sokaktan geçiyormuşsun gibi ardından sesleniyorum, hep başkaları bakıyor yukarıya. ben, gülümseyerek, gitti, diyorum, yakalayamadım gitti. sahi gittin mi joe? yoksa hiç mi olmadın?
çık saklandığın yerden joe,
senin için biriktirdiğim bunca hikayeden birkaç oyun oynayalım 

şarkı seni dışarı uğurladıysa eğer,
gel eski bir gecenin kapısını çal bende
fazla bir şey vaat edemem,
bunca hasar görmüş zaferle kimse edemez artık
en fazla, hâlâ şiir yazabilen birkaç kişinin şanlı şizofrenisi
polis devletlerinde aşk ve karabasan!
bunlar kaldı bize bütün yaşadıklarımızdan,
kalbimizdeki bombalı pankarta ulaşamasa da
ailenin, devletin, mülkiyetin kollu ve kolsuz kuvvetleri, uyku diye uyuduğumuz karartma geceleri
neredeysen firar et, gel, hâlâ göğsümde mırıldanan çocukluğunu anlat bana
hayatın kovduğu ölümün geri çevirdiği
ne varsa yüzünde 
usul usul uykuna karışırken
birlikte ölümden döndüğüm biri gibi seyredeyim seni bütün bunları, hazin bir kayıplar öyküsüne, kendine acımaya dönüştürmeden, ağır, başlı, yalın bir ödeşmeyle kapatalım istersen:
hiçbir yolculuk eskisi gibi değil ama, belki bu sefer sahiden gidebiliriz bir yerlere,
hayatımızın bu yeni döneminde, hey joe! demem sana artık, başka bir şarkı buluruz kendimize... şimdilerde yeni gözdem: prodigy. eski kundakçı günlerimizin anısına da uygun düşer hem: firestarter, diye anarım seni istersen.
ama söyledim ya:
çıkıyor musun, yoksa yeniden mi giriyorsun içeri, anlaşılmıyor şarkıdan joe!
en iyisi gel, geri al kurumuş dudaklarımdan ıslığını karanlığa artık alıştım ben
hayata kaptırdıklarımdan daha çok kurtardıklarım
kan durağında inecek var! kandaki tuz kavurdu dudaklarımı, tek tabancayım! suç bayramındayım! timsah sokağındayım! bak buradayım!
ya, sen neredesin joe? 

19 Ekim 2017 Perşembe

Mürekkep Balığı * Murathan Mungan



     
GİZLİ JOKER

Blöfle dolu bir hayat
nereye düşse meteor
isabetsiz atışlarda neonlar
erken lunapark

!şans ve sızı!
içine çınlayan küs sayılar

ceketinin kolunda her zaman
gizli bir joker bulunur
bir tur daha
ertesi boşluklar

masadaki dördüncü ya da içimizdeki şeytan
zamanlama seyrek fırsat soğukkan
her şeye yeniden başlamak, gücü
teslim edilmemiş kalbin kapalı kartlarındaki
saklı arzu açık kumar
                                  22 Mayıs 1992
                                       Mart 1995


YABANCI KELİME

ben her dilde yabancı kelime
herkes birbirine sorar:
                bunun anlamı ne?
                                  21 Şubat 1979


SKOR

skor levhası tutuyor elinde
ilişki bile denemezken
bir bakışma ile başlayan
kopuk bir kaç sözcükle ilerleyen
kalay pırıltısındaki bu görüntüye

Görmüştüm bu filmi, ben yokum
Bir ilişki değil, bir görüntü oluşturmak için
Bütün öğrendiklerin
Naklen yayın arabasında geçiyor her sahne
başka gözlere başka gözlere
Bir gözü skorda bütün seyredenlerin
Bak istersen,
Boşuna zaman yitirme benimle
Aradığın ben değilim.
                                 2 Haziran
                                 8 Kasım 1991


AVOKADO

...
yoluna devam etsin, habersiz koymasın bizi
kısaca avokado diye yazsın adını,
aklımızda çağ atlamanın boynu bükük bilgisi
ve içimizde eski türkçe bir keder
kendini tekrar eder kendini tekrar eder
                                   (1991)
                                   3 Ağustos 1993
                                   Mart 1995

Kaçakçı Şahan * Bekir Yıldız


15 Ekim 2017 Pazar

Alef * Jorge Luis Borges



     - Sanırım yapacak bir şeyim olmadan yaşayabiliyorum. İnsanlarla konuşmam ya da bir şey yapmam gerekli değil.


     - "Bütün yenilik, yalnızca unutuştur." Francis Bacon, Denemeler


     - Bir Girit okuyla yaralandım. Günlerce su bulamadan dolaştım durdum, belki de güneşle, susuzluğumla ya da susuzluk korkumla kaç kereler çarpımlanmış bir tek koca gündü. İzleyeceğim yolu, atımın sezgisine bıraktım. Tan ağarırken uzaklıklar piramitlerle, kulelerle tarazlandı. Dayanma gücümü yitirerek, sonsuz ufaklıkta, ışıltılı bir labirent düşledim; ortasında bir su testisi duruyordu; ellerim neredeyse testiye dokunacaktı, gözlerim onu görebiliyordu ne var ki kıvrımları öylesine incelikli ve karmaşıktı ki ona erişmeden öleceğimi bildim.


     - Baş edilmezleşen şu unutuş, belki de bile-isteyeydi; belki de kaçış koşullarım öylesine iticiydi ki onları bir o kadar unutulmaz başka bir günde unutmaya ant içmiştim.


     - Gel gelelim beni sarmalayan huzur öylesine büyüktü ki (ya da yalnızlığım öylesine büyük ve ürkünçtü ki) mağaranın zemininden bana bakan türünün ilki bu mağaralının yolumu gözlediğini sandım.


     - Kimse, bizleri çilekeşler düzeyine indirmeye kalkışmasın. Düşüncenin getirdiğinden daha karmaşık bir tat yoktur, biz de kendimizi bu tada bıraktık.


     - Beni kibirli olmakla suçladıklarını biliyorum ve belki de insanlardan kaçmakla ve belki de delilikle. Bu suçlamalar (vakti gelince cezasını vereceğim bunların) benimle alay etmek için. Evimden hiç çıkmadığım doğru, ama evimin kapılarının (ki sayıları sonsuzdur) gece ve gündüz insanlara ve hayvanlara açık olduğu da doğru. İsteyen girebilir. İçeri giren ne kadın süs püsleri ne de zarif saray adetleriyle karşılaşacak, sadece sessizlik ve yalnızlık bulacak. Ayrıca yeryüzünde bir benzeri daha bulunmayan bir evle karşılaşacak.


     - Kim olduklarını bilmiyorum, ama onlardan biri ölüm anında kehanette bulundu, günün birinde kurtarıcım gelecekmiş. O zamandan beridir yalnızlığım acı vermiyor bana, çünkü biliyorum ki kurtarıcım yaşıyor ve nihayet tozları yarıp karşıma dikilecek. Kulaklarım yeryüzünün bütün gürültülerini seçebilseydi, ayak seslerini duyabilmem gerekirdi. Onun beni daha az dehlizleri ve kapıları olan bir yere götüreceğini umut ediyorum. Kurtarıcım nasıl biri olacak, diye soruyorum kendi kendime. Boğa mı olacak, insan mı? İnsan yüzlü bir boğa mı olacak, belki de? Yoksa benim gibi mi olacak?


     - Othello - William Shakespeare


     - Parerga ve Paralipomena - Arthur Schopenhauer


     - Ben, belki de hiçbir zaman tamamen mutlu olamadım. Ama biliriz ki mutsuzluk yitik cennetler gerektirir.


     - Derken akıl almaz bir olay oldu, önemini ancak şimdi anladığımı sanıyorum. Öfkeyi yudum yudum içtim bitirdim sanıyordum ki, son yudumlarda ağzımda beklenmedik bir tatla karşılaştım, mutluluğun esrarlı ve neredeyse dehşetengiz tadıyla. Çeşitli açıklamaları denedim, ama hiçbiri yeterli olmadı. Şöyle düşündüm: yenilgiden hoşnutum çünkü içten içe suçlu olduğumu biliyorum, beni selamete çıkaracak tek şey var, o da cezalandırılmak. Şöyle düşündüm: Yenilgiden hoşnutum, çünkü bu bir sondur ve ben çok yorgunum.


     - Aynaya bakıyorum kimim ben, birkaç saat sonra, ölümle yüz yüze geldiğimde, nasıl davranacağımı bilmek istiyorum. Tenim korkabilir; ben korkmuyorum.


     - Tutarsızlığın Tutarsızlığı - İbn Rüşd


     - Filozofların Tutarsızlığı - Derviş Gazali


     - Villari, şimdiki zamanda yaşamaya çalışıyordu, ansız ve beklentisiz; anının, beklenti kadar da önemi yoktu gözünde. Bulanık bir bakışla, zamanın hammaddesinin geçmiş olduğunu anladığını sanıyordu; zaman o yüzden hemen geçmişe karışıyordu ya.


     - İlahi Komedya - Dante Alighieri


     - Ama yitik ve isimsiz bir halde dünya yüzünde dolaşıp duruyorlar, rastlaştıklarında birbirlerini tanımıyorlarsa ve seçilmiş olduklarının farkında değillerse, nerede bulacaksın onları?


     - Onu küçültmeye uğraşman boşuna, hayır oklarının en zehirlisi bile onu yaralayamayacak.


     - Odysseia - Homeros


     - Theogonia - İşler ve Günler - Hesiodos


     - Carlo Goldoni kitapları

27 Ağustos 2017 Pazar

Kim Bağışlayacak Beni? * Birhan Keskin



     - Zokayı yutmuştum ben bir zaman
       ah dilim yaralı
       konuşamam.
                          Balık isimli şiir


     - Madem geldin, uğradın yanıma
       yaslan, kavruk gövdem bu.
       Yaşım kaç mı? Saymadım ki,
       ya da unuttum, bağışla.

       Bu: bir boşluk: içimde
       Yaşamak izi de denir,
       Sanki, nice kelebek tozu, içinde.
                             Zeytin Ağacı isimli şiirden alıntıdır


     - Geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
       ama nereye geçersin benden ben bilemem.

       Dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
       dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

       Dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
       şu ağaçlar gibi kederli.

       Açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
       gelenler kadar gidenleri de,
       hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
       hani bahçe?

       Biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
       duruyor hala bende.

       Kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
       kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
       en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
       çok istedimdi.

       Bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
       sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
       gıcırdandım takatsız.

       Gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu!
       biri gelse, biri görse, şimdi,
       rüzgar sallıyor beni…
                                 Kapı isimli şiir


       - Unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
       Dünya yordu bizi. Benim de söyleyemediklerim
       var. Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
       Uzun bir yolu geliyoruz seninle, yolu,
       geldikçe anlıyorum ki, biz,
       bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile.

       Penguen,
       kim bağışlayacak beni?
       Çizdim senin beyaz ve narin yerini
       elimde unuttuğun ince metalle.
                                   Penguen isimli şiirden alıntıdır


     - anladım mana yok acıdan başka
       akşamın kör karanlığı vursun alnıma


     - Birbirini tamamlamak üzere varolanlar
       birbirini tamamlamıyor,

       kendime dökülüyorum,
       içime.


     - Ah Ingeborg,
       Ben kor yuttum.
       İçimdeki her şey yandı.
       İçimde yanacak bir şeyler daha
       var mıdır, Ingeborg?
       Daha fazla acı çekemem
       acı verecek yerlerimi o kor yuttu.
                                      İz isimli şiirden alıntıdır


     - Ruh kirlendi
       kalbimin kenarında atını durduranlar için
       akrep beslemekteyim.
                                      Kaktüs III isimli şiirden alıntıdır


     - İçime işleyen acıyı size değil
       bir suya bırakmayı ögrendim
       dal olmaktan vazgeçeli çok oldu
       bu yüzden ne bir ağacım var
       bana beden
       ne de çiçek açacak benden.
                                     Eksik Cinayetler V isimli şiirden alıntıdır


     - Aslında
       hazin bir öyküdür bu
       anlatmaya yakışmaz sesiniz
       yanımdaki bütün sandalyeler boş,
       alabilirsiniz.
                                     Delilirikler II isimli şiirden alıntıdır


     - Bilme, tanıma beni
       merdivenleri üçer beşer çıkmanın
       sevinci yok içimde.
                                    Apollon II isimli şiirden alıntıdır


     - Çocuk gökyüzü
       yel aralığı
       takılma
       yıkık surlarıma
       bir deniz yürür gider orada
       haydi, eyvallah.
                                 Aralıklar isimli şiirden alıntıdır

Herkes Herkesle Dostmuş Gibi * Barış Bıçakçı



     - Uzun süre kapalı kalan kapıyı açsan da fayda etmez, içerideki hava yer değiştirmeden öylece kalır.


     - Böyle takılıyordu işte aklına. Sanki aklının kancaları kopçaları filan var. Ya da aklına bir sürü ilik açılmış da her nasılsa, gelip düğümleniyor sorunlar. Uzun bir fermuarın dişleri gibi birbirine kenetleniyor kendisi ve şu dünyanın dertleri. Kalbine dikiş iğneleri, topluiğneler, tığlar gibi saplanıyor tasalar. Sanki bir makaranın...


     - İkisi iştahlı okuyuculardı. Neredeyse her gün yeni bir kahraman giriyordu hayatlarına. Bu iyi bir şey mi?


     - James Joyce kitapları


     - Jack London - Martin Eden


     - "Çiçek tarlası." demişti, "Sen bir çiçek tarlasısın. Üzerinde dolaşıp çiçeklerini eziyorum senin."


     - "Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç."


     - Oktay Rıfat kitapları




     - Geçmiş yaşantılarımı tekrar eden bir makineye dönüştüğümü ve artık ispat etmekten, göstermekten, kanıtlamaktan, beni güzel gösterecek aynalar aramaktan yorulduğumu belirten işaretler. Görüyorlar mı bütün bunları, anlıyorlar mı, diye dikkatle bakıyorum insanlara. Ama o kadar çoklar ki, onları insan olarak göremiyorum! Onlar da beni göremiyorlardır. Şehir böcekleriyiz biz.

Didem Madak * Grapon Kağıtları



     - Zaman bir salyangozun vücudunda yaşıyor burada
       Ve çok ağır ilerliyor.
       Yüzümdeki çillerden başka
       İsyan eden biri yok hayatımda. 
                                              Annemle ilgili şeyler isimli şiirden alıntıdır.


     - Ben çekildiğim her fotoğrafta
       Defolu bir kelebek gibi çıkarım.
                                              Mutsuza kim bakacak? isimli şiirden alıntıdır.


     - Kalbim neden isli bir şehir?
       Kalbim! Neden ben?
       Bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.
                                              Enkaz kaldırma çalışmaları I isimli şiirden alıntıdır.


     - Acıklı sözler kraliçesiyim ben.
       Yağmur bir daktilo kız kadar hızlı
       Hızlı daha hızlı
       Fazla vaktim kalmadı
       Artık ifadem alınmalı.
       Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!
       Beni bir sutyen lastiği ile asın.
       İnanın kendimin
       "Yokluğunda çok kitap okudum"
       Bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim
       Görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.
       Kalbim neden ben?
       Sırf sevinesin diye seni bir kere bile
       Elinden tutup parka götürmedim.
                                               Enkaz kaldırma çalışmaları III şiiri


     - Dilerim sen pötikareli gömlekler gibi neşeli,
       İri dişli iki mısır koçanı kadar
       Mutlu ve yan yanasındır.
       Belki bir gün beni ziyarete gelirsin.
       Sana krem fıstıklı ekmek ikram ederim
       Artık çok mutlu olacağızlı ekmekler
       Süte ekmek doğrar ve
       Papara papara diye şarkı söyleriz.
       Sen ruhumun misafir odasında uyursun,
       Süt ve gözyaşı lekeli yumuşak yer yatağında.
                                                  Pollyanna'ya mektuplar II isimli şiirden alıntıdır.


     - Ah Pollyanna,
       İçimde sanki hep aynı şarkıyı çalan bir laterna:
       Cancağızım basma perdeme bir çiçek de sen olsaydın
       Kaçarken yangın merdivenlerine
       Keşke grapon kağıtları assaydın.
                                                  Pollyanna'ya mektuplar III isimli şiirden alıntıdır.

Lüsyen * Can Dündar



     - Hürriyet!
     Bardak dolusu içtiğim tehlikeli şarap...
     Şarap ne kadar kıymetli olursa olsun, kadehin dibinde bir tortu bırakır. Bu tortuyu karıştırmaktan sakın-mak lazım geldiğini anlayamayacak kadar gençtim.
     Daha tecrübeli olsaydım, icabına göre, bu içkiyi daha ihtiyatla içerdim. Şeffaf bir billura adeta dinî bir heyecanla boşaltır, uzun uzun parıltısına dalar, aşkla dudaklarıma götürmeden evvel güzel ıtrını doya doya koklardım.
     Bambaşka hareket ettim.
     Hakkımda hüküm vermeye kendini ehil sanan eski kafalıların fikrince kendimi serbestliğin havasına gözü kapalı kapıp koyuveriyor yahut fenalığın cazibesine yeniliyordum.
     Kendi halime bırakılmıştım.
     Hareket tarzımda serbest, her türlü baskı ve kontrolden kurtulmuş durumdaydım.


     - Bir vakitler yurtdışında içkiyi  fazla kaçırıp dağıttığında­ yanındaki  bir zat kendisine "Siz diplomatsınız, büyük adamsınız, şairsiniz. Bu yaptıklarınız yakışmaz," dediğin­de ne cevap vermişti:
     "Ben şu an bu saydıklarınızın hiçbiri değilim."
     "Ya nesiniz?"
     "Ben burada sadece sarhoşum."
     Evde de öyleydi işte.
     Bütün unvanlarından soyunmuş bir demkeş...


     - Hamid, bir sarhoşluk anında içkisini bir başka bağım­lılıkla açıkladı:
     "Ben her içişimde bir kadınla sevişirdim. Hayatımda yüz elli kadın sevdim. Tek kadınla yetinmem mümkün değildi" dedi ve sarhoşluğun cüretiyle ekledi:
     "Zaten içmesem evlenemezdim ki... Seninle evlenme­ye de yine böyle bir içki aleminden sonra karar vermedim mi?"


     - Her şey geçer, her şey şu veya bu şekilde yoluna konur... Ümidini kaybedenler fena askerlerdir, sabret, bekle...


     - Victor Hugo kitapları


     - Kadın eti her zaman lezizdir... fakat hazmı güç...


     - Yola çıkışların karışıklığından, tedirginliğinden hem nef­ret eder hem de buna bayılırdı.
     Gitmek, ona göre başka yerde olmak demekti. Bu başka yer ister evvelkinden iyi, ister daha beter olsun, önemi yoktu.
     "Başka" olsun da...
     Mühim olan, yenilikti...
     Evvelce görülmemiş şeylere açılmış kapı, harikalı yarın; onun gayet hoş ve derin bir surette söylediği gibi, var olma­dığı ve olamayacağı için büyük bir cazibe taşıyan yarın...Ebedi bakirliğin alameti olan hadise...


     - "Ben Makber ile Hacle'yi aynı zamanda, aynı odada, aynı masanın iki başında yazdım. Biri matemin şiiridir; öteki neş'enin..."
     Çelişkiyi, mahcup olunacak bir zaaf gibi değil, iftihar edilecek bir ganimet gibi taşıyordu ruhunda...
     Aynı masanın iki ucunda, bir hüznün bir neşenin mürekkebine dalıp çıkan kalemi, bu ikisinin  yoğrulduğu ruhunun mahsulüydü.


     - "Sevilenler katiyen kaybedilmez. Kayboldu sanılır sadece... Sevginin ebedi olduğunu bilmez misin? Mademki sefirlikten azledilmiş bulunuyorum, gönlünde seninkilerin sefiri olurum. Ba­ban, annen olurum, kardeşlerin, evin, bahçen olurum..."


     - "Yeter artık bu gözyaşları! Sen sevinç için yaratılmış­sın. Senin özün de bahardır, hikmetin de... Berrak gökyüzünden sağanak da geçer ama çok sürmez, sürmemeli..."


     - Kendisinden yüz çeviren mazisini gömüp kendisini çağıran istikbaline koştu.


     - Aslında bu andan itibaren şimdi olduğum kimse olmaya başlıyordum. Evvelki kimliğime bir yabancıya bakar gibi merakla bakıyor, evvelki ve sonraki varlıklarımın iki kız kar­deş oluşuna şaşıyordum.
     "İki kız kardeş" mi dedim? 
     "Bir olan iki varlık..."


     - Dorian Gray'in Portresi - Oscar Wilde


     - "Baştan çıkma ve azdırılma duygusundan kurtulmak için tek çıkar yol, ona boyun eğmektir."


     - Artık hayat için yetişir bunca infial,
     Dinlenmek isterim ki taab-dar-i mihnetim.
     Artık tehi vucut, tehi dil, tehi hayal,
     Dünyada şimdi ben dahi bir fazla sikletim. 

     (Artık hayat için yetişir bunca tutku ve güceniklik/ Dinlenmek isterim ki, mihnetten yorgunum./ Artık vücudum boş, gönlüm boş, hayalim boş,/ Dünyada şimdi ben de bir  fazla ağırlığım.)


     - Othello - William Shakespeare


     - Gitmek biraz ölmektir, geride bıraktıklarının nazarında ölü sayılmak...


     - Hakikaten iki şahsım ben i'tikadımca
     Biri hemşire mübeşşer, biri mükedderdir.

     (Gerçekten iki kişiyim ben inancımca/ Biri her zaman müjdeyle sevinen, biri kederli.)


     - "Sen asla kendinde bir başkasının gölgesine tahammül edemeyecek insansın."


     - "Aşk mı? Yolumuza dikilen bin engelden biri... Ya aşmak, ya civardan dolaşmak veya tahrip etmek lazım; veyahut da huzurunda kalmak ve yok olmak."


     - "Istırap, bir meyvedir; yediğiniz nispette yaşamış olacaksınız!"


     - "Men sabere zafere..."
     (Kim sabrederse zafere ulaşmıştır.)


     - Victor Hugo - Gülen Adam


     - Shakespeare - Othello


     - Dante Alighieri - İlahi Komedya


     - Bir devrin kapandığını, bir yenisinin açılmakta olduğunu görüyordu.
     Lakin ne kapananın yasını tutuyor, ne açılana dahil oluyordu.


     - Yüz kişiyle birlikte olsam da kendimi yalnız hissediyorum ve düşünüyorum:
     O burada olsa daha yalnız kalacağım.


     - Bana ahlak dersi verecek ve alkolün zararlarını sayıp dökeceğine kendin gel.
     Bilmediğin bir şey var:
     İçmekle zehirden şifa umuyorum.
     Hayatı hayat suyunda, varlığını yokluğunda arıyorum.


     - Karmaşa içinde bir boşluk... Öf­keli ve huysuz parmağımın altında her şey boş. Daha sağlık­lı gıdalara ihtiyacım var.  Çevremdekilerin hepsi yoruyor beni; kendileri, güzellikleri, dedikoduları, aptallıkları...Ah ne korkunç bir şey benim için bu insanların arasında yaşamak! Bana kur yapıyorlar, övgüler yağdırıyorlar,  çev­remde dolaşıyorlar, ağırlıyorlar,  ama hiç kimse giysilerimin altında kanayan bir yara olduğundan kuşkulanmıyor.


     - Boşuna bende yetenekler keşfetmeye çalışıyorsunuz. Kutsal ateş yok bende. . . Ne aleniyeti göze alacak kadar bu­dala, ne de her şeyden vazgeçecek kadar  bilgeyim. Bu yarım ölçülerle iyi bir şey yapılamaz kesinlikle...


     - William Shakespeare kitapları


     - Pierre Corneille kitapları


     - Jean Racine kitapları


     - O uzun yıllar sevinç ve kederle örüldü. Kısa birleşmeleri, sürekli ayrılıklar takip etti.
     Fasılalarla iyi kötü, bizi duruma uymaya zorlayan isa­betsiz tecrübeler yaşadık.
     Bütün iyi niyet ve isteğimize rağmen ne birimiz, ne diğe­rimiz o sonuca varabildik. Bunu gösterecek olayları sırala­mak belki de sıkıcı olacaktı. Olduğundan daha iyi veya daha fena görmek suretiyle mazinin değeri üzerinde kolayca al­danılıyor. Aslındakinden farklı şekilde renklendirilerek o za­manları, yeniden yaşamaya meylediliyor.
     Hayran olunarak hatırası muhafaza edilen bir çehre, ona hayalde atfedildiğinden daha güzel gelir çoğunlukla... Çünkü bir fotoğraf, bazen de hayli kabaca, her şeyi yerli yerine yerleştiriyor. Hatırlandığı sırada hayran olunan bir kır sahnesi gözden düşebiliyor.
     Bu ağaç, bu ev, o manzara...
     Hakikaten o kadar sevdiğim yerler bunlar mıdır?
     O manzaraya, o çehreye duyduğumuz şiddetli hasretin sebebi, idrakimizin daha evvel bir ışık vererek onun etrafın­da bir pırıltı yaratılmış olmasıdır.
     Fener sönünce her şey asıl yüz ifadesini alır.
     Ey,  yokluğunda hiçbir hakikatin belirmediği güneş!
     Nihayet günün birinde, bizi, "O kadar ağladığım, ıstırap çektiğim, demek buymuş, bundan ibaretmiş ha" diye hay­kırmak mecburiyetinde bırakmamak için idrak ne kudretli bir hayatiyete, ne katıksız bir hisse, ne esaslı hakikate sahip olmalı!
     Zaman, büyük bir mihenktir.




1 Ağustos 2017 Salı

Karanlıktan Sonra * Haruki Murakami


     - Şehrin iniltisi, basso continuo olarak sürüp gidiyor. Alçalıp yükselmeyen, monoton, ancak uğursuz bir şeyler meydana geleceğinin habercisi bir inilti bu.


     - Go Away Little Girl - Percy Faith


     - Burt Bacharach - The April Fools


     - More Martin Denny Exotica


     - My Ideal - Art Tatum Ben Webster


     - Alphaville filmi.


     - Sophisticated Lady - Duke Ellington


     - Pet Shop Boys - Jealousy


     - Daryl Hall & John Oates - I Can't Go For That


     - Bıçak Sırtı filmi (Blade Runner)


     - Ivo Pogorelich - Bach - English Suite No. 2 in A minor, BWV 807


     - Curtis Fuller - 'Five Spot After Dark'


     - Aşk Hikayesi filmi (Love Story)


     - Önemsiz, güçsüz biriyim. Ne bilgim yeterli ne de yeterince akıllıyım. Güzel olmadığım gibi, beni seven biri de yok. Sağlam bir benlik inşa etmekten söz ediyorsak, bunu başardığımı sanmıyorum. Kendi dar dünyamda tökezleyip duruyorum işte. Böyle birinin nesine imreniyor ki Eri?
     Senin için bu daha hazırlık aşaması gibi bir şey. Öyle kolayca sonuca ulaşamazsın. Muhtemelen zamana ihtiyacı olanlardansın.


     - Eylem düşüncenin rastlantısal sonucu mudur yoksa eylemin sonucu olarak mı düşünce gelir?


     - Üzerinde durduğumuz zemin var ya, çok sağlammış gibi görünür ama en ufak bir şey olduğunda, pat diye altımızdan kayıp gidebilir. Ve bir kez altımızdan çekilmeyegörsün, işte o zaman sonumuz gelmiş demektir; bir daha eskiye dönemeyiz. Sonrasında, yerin altındaki o karanlık dünyada bir başımıza yaşamaktan başka çaremiz kalmaz.


     - Zamanla, kendi dünyam diyebileceğim bir şeyi yavaş yavaş meydana getirdiğimi düşünüyorum. Ve orada tek başıma olduğumda, biraz rahatlıyorum. Ancak kendime özellikle böyle bir dünya yaratmış olmam, aslında çok hassas ve zayıf bir insan olduğum anlamına gelmez mi zaten? Genel olarak toplumun gözünde benim dünyam cılız, zayıf bir dünyadır. Mukavvadan yapılmış gibi, biraz kuvvetli rüzgar esse, savrulup gidiverecekmiş gibi...


     - Sonny Rollins - SonnyMoon For Two


     - Suga Shikao - Ringo Juice


     - "Benimle sohbet etmek pek ilginç değildir."
     "Daha önce biri böyle mi söyledi yoksa sana? Seninle sohbet etmek hiç ilginç değil diye?"
     Mari başını sallıyor. "Hayır, öyle bir şey olmadı."
     "O halde endişelenecek bir şey de yok."
     "Karanlık bir kişiliğim olduğu söylendi ama" diyor Mari dürüstçe, "birkaç kez..."


     - Burada da yeni bir gün başlamakta. Diğer günlerden farksız bir gün olabilir bu ya da pek çok anlamda hafızalarda iz bırakacak bir gün de olabilir. Ancak hangisi olursa olsun, şu an için yeni gün, herkes için, henüz üzerine hiçbir şey yazılmamış beyaz bir sayfa.

30 Temmuz 2017 Pazar

Mercier İle Camier * Samuel Beckett

   


     - Yola koyulmamız için illa kırbaçlamaları mı lazım bizi? dedi Mercier.


     - Homeros - İlyada


     - Çocuklar zina döküntüleridir, derdim onlara.


     - Tanrı’ya ne yaptık biz? dedi Mercier
Reddettik onu, dedi Camier.
Onun bu kadar kinci olduğuna inandıramazsın beni, dedi Mercier.


     - Her şey boş inanış, bazı günler, bazı birleşmeler hariç.


     - Yan yana bile olsak, dedi Mercier, şimdiki gibi kol kola, el ele, bacaklar tek ses, her an öylesine çok şey olup biter ki, kocaman bir kitap, senin ve benim kitabım, içeremez onca şeyi. Bu nedenle hiçbir şeyin olup bitmediğini, hiçbir şeyin yapılamayacağı ve hiçbir şeyin söylenemeyeceğini duyumsuyoruz mutlulukla. Çünkü insan sonunda itfaiyecinin hortumundan susuzluğunu gidermekten ve kendisine kalan birkaç mumun havanın ısısında birbiri ardından eridiğini görmekten yorulur. O zaman kendini sonsuza değin karanlık ve susuzluğa adar. Daha az yıpratıcıdır böylesi.


     - İşte böyle. Neler geçtiğini az çok kavramak biraz zaman alıyor. Tek özür bu, kuşkusuz en iyisi de. Burada, ciddi ciddi, insanı yeniden yaşamaya, yeniden kalkmaya, giyinip kuşanmaya (çok önemli bu), beslenmeye, dışkılamaya, soyunmaya, yatmaya ve art arda sıralaması can sıkacak, evet, fazlasıyla can sıkacak şeyleri yapmaya iten yeterli bir kışkırtıcılık var. Bu koşullarda ilginizi yitirmek tehlikesi yok. Belleğinizi belli bir düzeye gelene, bir hâzineye dönüşene kadar geliştirir, kendi yeraltınızda (mumsuz) dolaşır, birçok yere yeniden döner, eski gürültüleri anımsarsınız, (çok önemli bu), sonunda hepsini ezberleyene kadar, kafanızı, burnunuzu, kulaklarınızı ve öteki parçalarınızı hangi kalıntılara sunacağınızı bilemeyene kadar sürer bu; hepsi de son derece güzel kokar. Hangi eski şarkıyı dinlesek. Ah güzelim mezarötesi! Bunların hepsi başınıza gelebilir! Bu şeyler! Bu serüvenler! Bunca şeyden yakanızı sıyırdığınızı sanırsınız, sonra güzel bir gün, bam! tam gözünüzün içine. Ya da götünüze, ya da taşaklarınıza, ya da amınıza; hedefler eksik değil, özellikle de belin aşağısında. Bir de cesetlerin sıkıldığını söylerler. Yorucudur bu, kuşkusuz, insanın tüm zamanını alır, ruhu yumuşatmak için vakit kalmamıştır, ama her şeye sahip olamayız. Beden paramparçadır, us iyice duyarlılaşmıştır ve yaşamın asal ilkesi (masumluk günlerindeki gibi), midemizdedir, evet, bu bir gerçektir, sonsuzluk için zaman kalmamıştır. Ama dağıtması pek güç bir sıkıntı da vardır, geceyi beklemek öğüt getirecektir, çünkü her gece bu niteliği taşımaz. Aylarca sürebilir bu, ikisi arası bir şeydir, pişmanlıkların uzun, sıkıcı, tatsız bir karmaşasıdır, ölüdür ve ölmeyen şeylerle gömülmüştür, binlerce kez yaşadım bunu, eski şaka artık eğlendirmez olmuştur, gülümsenemez gülümseme binlerce kez gülümsenmiştir. Sondur, sonun öncesidir ve yatıştırıcılar tükenmiştir. Neyse ki sürmez sonsuza kadar, genelde birkaç ay, birkaç yıl sürer yalnızca, kimi sıcak ülkelerde ani sonlara bile rastlanmıştır. Sonra, zorunlu değildir kesintisizlik, dinlencelerde biçimsel kısıtlamalara gidilmemiştir, hayır, bazıları sürdükleri kadar, geçerli olduklarınca, berbat bir duruma düşmedikçe, gerçek bir yaşam yanılsaması bile verebilir. Sonra güzel renkler de vardır, solgun yeşiller ve sarılar, belirsizlik içinde kalalım, renkler daha da soluklaşır, ama bu, sizi daha bir çarpmak içindir, hiç sönmeyecekler mi, evet, sönecekler. Ya sonrası? Hepsi bu olacak, teşekkürler. Hesap.


     - Biri doğacak, dedi Watt, biri doğdu bizden, hiçbir şeye sahip olmadığı için sahip olduğu hiçbir şeyin kendisine bırakılması dışında hiçbir şey arzulamayacak olan biri.

Godot'yu Beklerken * Samuel Beckett

     


     Godot'yu Beklerken, ilk olarak Fransızca ve daha sonra İngilizce olarak iki farklı dilde yazılmıştır. Bu postta yazılan; Kabalcı Yayınları'ndan çıkan; Tuncay Birkan'ın çevirisi; İngilizce yazılmış olan kitabın çevirisidir. Daha önce Ferit Edgü tarafından çevirilen Fransızca olarak yazılan kitabın çevirisiydi.

     Neydi bu Godot, kimdi bu yokluğuyla toplumun, tarihin, zamanın ve mekanın kıyısındaki o iki avareyi, hiçliğin eşiğinde oyalayan, neyi temsil ediyordu?
     Herkes bir yanıt buluyordu;
     Negatif Teologun yorumu: Godot Tanrı'dır (God ex absentra ).
     Hümanistin yorumu: Umuttur, Sevgidir.
     Varoluşçunun yorumu: Gelecektir ya da ölümdür.
     İyimser Toplumcunun yorumu: Daha-iyi-bir-toplum-düzenidir.
     Filologun yorumu: Bir Balzac kişisidir.
     Politikacının yorumu: De Gaulle'dür.
     Egzantirik yaşam öykücünün yorumu: Joyce'dur.
     Robbe-Grillet'nin yorumu: Oyunda Vladimir ile Estragon'un bekledikleri ve gelmeyen kişidir.


     Godot'yu Beklerken tiyatro oyunu olarak; Fransa'da Roger Blin'den sonra ülkemizde ilk kez; 1954'te Muhsin Ertuğrul tarafından oynanmıştır.


     Estragon: Yapacak hiçbir şey yok.
     Vladimir: Bu düşünceye inanmaya başlıyorum. Bütün hayatım boyunca bunu kendimden uzak tutmaya çalıştım; Vladimir diyordum kendi kendime, aklını başına topla; henüz her şeyi denemedin. Sonra da mücadeleyi kaldığı yerden sürdürdüm.


     Vladimir: Zaten bir sen acı çekersin. Beni umursayan kim? Bendeki tasa sende olsaydı görürdüm ben seni.
     Estragon: Ne olursa olsun önünü iliklemen lazım.
     Vladimir: Doğru. Hayatta küçük şeyleri boş vermemeli insan.
     Estragon: Ne umuyorsun ki, hep son ana kadar beklersin.
     Vladimir: Son an…ertelenen umut bilmem neyi hasta eder, kim demişti bunu?
     Bazen sonum geliyor sanıyorum. İşte o zaman bir hoş oluyorum. Nasıl desem? Rahatlıyorum aynı anda da...korkuyorum, KOR-KU-YO-RUM. Gülünç.Yapacak hiç bir şey yok.


     Vladimir: Havuç nasıl?
     Estragon: Havuç işte.
     Vladimir:  Çok iyi, çok iyi. Neydi öğrenmek istediğin?
     Estragon: Unuttum. Canımı sıkan da bu. Bu havucu hiç unutmayacağım. Hah tamam. Şimdi hatırladım.
     Vladimir: Eee?
     Estragon: Bağlı değil miyiz?
     Vladimir: Söylediklerinin bir kelimesini bile duymuyorum.
     Estragon: Bağlı olup olmadığımızı soruyorum.
     Vladimir: Bağlı mı?
     Estragon: Bağlı.
     Vladimir: Nasıl bağlı, yani?
     Estragon: Ayaklarımızdan.
     Vladimir: Ama kime? Kimin tarafından?
     Estragon: Şu senin adama.
     Vladimir: Godot'ya mı? Godot'ya bağlı ha! Ne düşünce! Ne alakası var? Şimdilik.
     Estragon: Adı Godot muydu?
     Vladimir: Sanırım öyle.
     Estragon: Şuna bak! Tuhaf, yedikçe tatsızlaşıyor.
     Vladimir: Bende tam tersi oluyor.
     Estragon: Yani?
     Vladimir: Zamanla pisliğe alışırım.
     Estragon: Tersi bu mu yani?
     Vladimir: Huy sorunu.
     Estragon: Karakter.
     Vladimir: Ne yapsan boş.
     Estragon: Çabalamak faydasız.
     Vladimir: İnsan neyse odur.
     Estragon: Kıvranıp durmak faydasız.
     Vladimir: Temel olan değişmez.


     Estragon: Mutsuzum.
     Vladimir: Sahi mi? Ne zamandan beri?
     Estragon: Unutmuşum.
     Vladimir: Bellek ne oyunlar oynuyor bak insana!


     Vladimir: Mutsuz musun? Duyuyor musun beni?
     Çocuk: Evet Efendim.
     Vladimir: Eee?
     Çocuk: Bilmiyorum Efendim.
     Vladimir: Demek mutsuz olup olmadığını bilmiyorsun?
     Çocuk: Hayır Efendim.
     Vladimir: Desene senin halin de benimki kadar kötü.


     Estragon: Bir dakika! Bazen kendi başımıza, yalnız kalsak bizim için daha iyi olmaz mıydı diye düşünüyorum. Aynı yolun yolcusu değiliz.
     Vladimir: Belli olmaz.
     Estragon: Yo, hiçbir şey belli değil ki.
     Vladimir: Bu daha iyi olur dersen, hala ayrılabiliriz.
     Estragon: Artık değmez.
     Vladimir: Evet, artık değmez.


     Estragon: Dokunma bana!
     Vladimir: Gitmemi mi istiyorsun? Gogo! Dövdüler mi seni? Gogo! Geceyi nerede geçirdin?
     Estragon: Dokunma bana! Soru sorma! Konuşma! Yanımdan ayrılma!
     Vladimir: Seni hiç bıraktım mı ki?
     Estragon: Gitmeme izin verdin.


     Vladimir: Bir buseydin, içten içe mutlu olurdun.
     Estragon: Neye mutlu olacakmışım?
     Vladimir: Yine benimle birlikte olduğuna.
     Estragon: Öyle mi dersin?
     Vladimir: Doğru olmasa da öyle söyle.
     Estragon: Ne söyleyecektim?
     Vladimir: "Mutluyum" de.
     Estragon: Mutluyum.
     Vladimir: Ben de.
     Estragon: Ben de.
     Vladimir: Mutluyuz.
     Estragon: Mutluyuz. Eee, şimdi ne yapıyoruz mademki mutluyuz?
     Vladimir: Godot'yu bekliyoruz. Dünden beri çok şey değişti.



     Vladimir: Hiçbir olayı, hiçbir ortamı hatırlamıyor musun?
     Estragon: Eziyet etme bana, Didi.
     Vladimir: Güneş, Ay. Hatırlamıyor musun?
     Estragon: Her zaman ki gibi yerindeydiler herhalde.
     Vladimir: Olağandışı hiçbir şey çarpmadı mı gözüne?
     Estragon: Maalesef!
     Vladimir: Çizmelerin nerede?
     Estragon: Attım galiba.
     Vladimir: Ne zaman?
     Estragon: Bilmiyorum.
     Vladimir: Neden?
     Estragon: Neden bilmediğimi bilmiyorum!
     Vladimir: Yo, neden attığını soruyorum.
     Estragon: Çünkü ayağımı vuruyordu!
     Vladimir: İşte ordalar! Dün bıraktığın yerde!


     Estragon: 
Bunlar benim değil.
     Vladimir: Senin değil mi?
     Estragon: Benimkiler siyahtı. Bunlar kahverengi.
     Vladimir: Seninkilerin siyah olduğundan emin misin?
     Estragon: Yani gri gibiydiler.
     Vladimir: Bunlar da kahverengi ha. Göster bakayım.
     Estragon: Yani yeşilimtrak.
     Vladimir: Göster. Aa bu kadarı da...
     Estragon: Anlıyorsun ya, bütün bunlar lanet...
     Vladimir: A, anlıyorum. Evet, neler olduğunu anlıyorum.
     Estragon: Bütün bunlar lanet...
     Vladimir: Hep böyle olur. Biri gelip seninkini alır, sana da bunu bırakır.
     Estragon: Niye?
     Vladimir: Onunkiler ayağını sıkınca seninkileri almıştır.
     Estragon: Ama benimkiler de sıkıydı.
     Vladimir: Senin için. Onun için değil.


       Vladimir: Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptığımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç, güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için de mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot'nun gelmesini bekliyoruz.


     Vladimir: Bütün bildiğim, bu koşullar altında, saatlerin uzun olduğu ve bizi- nasıl söylesem- alışkanlık haline gelene kadar, akla uygun görünen hareketlerle, kendileriyle oyalanmaya zorladıkları. Bunun aklımızın batağa saplanmasını engellemek için olduğunu söyleyebilirsin şüphesiz. Ama o zaten korkunç derinlikleri hiç bitmeyen gece içinde uzun süredir dolanmıyor mu? Arada bir merak ettiğim bu. Düşünmemi izleyebiliyor musun?
     Estragon: Hepimiz deli doğuyoruz. Bazıları böyle kalıyor.


     Pozzo: Kahrolası zamanınızla bana yaptığınız eziyet yetmedi mi? İğrenç bir şey bu! Ne zamanmış! Ne zaman! Bir gün yetmiyor mu bu size, bir gün dilsiz oldu, bir gün ben kör oldum, bir gün sağır olacağız, bir gün doğduk, bir gün öleceğiz, aynı gün, aynı an, yetmiyor mu bu size?


     Vladimir: Başkaları acı çekerken ben uyuyor muydum? Şu an uyuyor muyum? Yarın uyandığımda, ya da uyandığımı sandığımda bugün hakkında ne diyeceğim? Dostum Estragon'la, burada gece çökene değin Godot'yu beklediğimi mi? Pozzo'nun hamalıyla beraber gelip gittiğini mi, bizimle konuştuğunu mu? Muhtemelen. Ama bütün bunların içinde sahici olan ne olacak? Hiçbir şeyden haberi olmayacak. Bana yediği tekmeleri anlatacak, ben de ona bir havuç vereceğim. Mezarın üstünde, zor bir doğum. Mezar-kazıcı oyalanarak, çukurun dibine aletlerini yerleştirir. Yaşlanacak zamanımız var. Hava çığlıklarımızla dolu. Ama alışkanlık büyük bir uyuşturucu. Bana da biri bakıyor, benim hakkımda da biri, uyuyor, hiçbir şeyden haberi yok, bırakın uyusun diyor. Devam edemeyeceğim! Ne demiştim?


     Estragon: Ben böyle devam edemeyeceğim.
     Vladimir: Demek böyle düşünüyorsun.
     Estragon: Ayrılalım mı? Bizim için daha iyi olabilir.
     Vladimir: Yarın kendimizi asacağız. Tabi Godot gelmezse.
     Estragon: Peki ya gelirse?
     Vladimir: Kurtuluruz.